Yorgunluk ve ağrılar insanı gerçekten zorluyor. Yapacak o kadar işim var ve birikti ki... Günlük işlerimin yarısını bitiremeden yorgun düşüyorum. Bu yüzden de keçi boynuzu pekmezime günde bir kaşık alarak devam ediyorum.
Düne göre bugün daha iyi gibiyim. Yetiştirmem gereken işleri bir kağıda döktüm yetmedi, başka bir kağıda devam etmek zorunda kaldım. Şimdiden nasıl gözümde büyüdü bir bilseniz.
Evimizde ise bitmek bilmeyen bir tadilat süreci devam ediyor. Yaklaşık üç yıldır biz bittik ev bir türlü bitmedi. Evde herşey heryerde. Çoğuda benim ıvır zıvırlarım. Bir düzen olsa yerleri belli olsa hemen toplanacaklar ama onlar bana bakıyor ben onlara. Nereye koyacağımı bir türlü bilemiyorum. O kadar çok sıkıldım ki bu durumdan. Şeytan kaldır at hepsini kurtul rahatla diyor.
Ev tadilatımıza bir de kızımızın odası eklendi. Evimiz tek odalı, iki salonlu. O yüzden de alt kattaki salonu bebek odası yapmaya karar verdik. Mutfak salon bir olduğu için mecburen ayırmamız gerekiyor alanı duvarla. Şimdiden sıkıntısı bastı bana. Yayıntısı, boyası badanası, masrafı... beni gerdi. Bir de kızımızın eşyaları odaya yerleşmek için sırasını bekliyor etrafta...
Evet, kızımınızın hemen hemen herşeyini aldık. Mobilya olarak bir tek yatağı kaldı. Tabi ufak tefek şeylerde...Emzik, biberon gibi... Bir çok kişiye erken gelebilir ama ben indirim gördüğümde düşünmeden alırım. Bir kaç ay sonra zaten alacağım şeylere fazladan para vermek istemem. Aldığımız ürünlerden şu ana kadar 1000 liradan fazla kar yaptık bile! En çok bebek arabası setinden yaptık. %70 indirimle...
Bir an önce herşey bitsin ve kızımın odasını yavaş yavaş, zevk ala ala yerleştireyim istiyorum. Tatile de gitmek istiyorum. Şimdiden bu sıcaklar beni boğdu...
Bu arada zaman çabuk geçti ve yarın resim kursum başlıyor. 1 Mayısta Taksim'e gitmek ne kadar akıl karı bilinmez ama akşam saatlerinde olduğundan içimi rahat tutmaya çalışıyorum. Hafta sonunda ise eşimin doğum günü var. Onun içinde bir şeyler düşünmem lazım.
Pikniğe gidiyoruz!
Bir çok hamile kadının korkulu rüyası çatlaklardır. Benim de öyle.
Piyasada bir çok ürün var. İnsan hangisini alacağını şaşırıyor. Benim en önem verdiğim şey içerik. Olabildiğince doğal olsun, paraben içermesin gibi.
Yine internet araştırmalarım sonucunda kozmetik ürünlerimizin içerisinde olan zararlı içerikler hakkında bir yazı bulmuştum. Hemen soluğumu kozmetik ürünlerimin yanında aldım. Tek tek baktım içeriklerine, listede geçen bir şey gördüğümde ise hiç düşünmeden çöpe attım. Bebekler için üretilmiş ürünlerde bile paraben vb. içerik gördüğümde çok şaşırmıştım. Hatta eczaneden güvendiğim marka diyebileceğim ürünlerimin içeriklerine şaştım kaldım. Bir göz temizleme toniğim vardı. Her sürdüğümde hafif yanma hissediyordum. Hassaslığıma veriyordum ama içerisindeki bir maddenin yanıcı özelliği olduğunu okuyunca onu da attım.
Bazı ürünlerimin üzerinde içeriğinin yazılmadığını görünce daha da çok şaşırdım. Onları da internetten içeriklerini araştırıp o şekilde karar vermek üzere bir kenara koydum. O yazıyı okuyunca ve hamile olduğumu da düşünürsek, karnıma süreceğim bir çatlak önleyicinin ya doğal ya da doğala en yakın olanı olmalıydı.
Eczanede tavsiye edilen bir kaç ürünün içeriklerine baktım. Açıkçası içime sinmedi. Üstelik fiyatları da çok yüksekti.
En doğal çözüm bitkisel yağlar. Tabi onların da doğal olanını, paraben içeriği olmayanını almak lazım.
Okuduklarım arasında zaytinyağı, badem yağı ve kakao yağı var. Henüz hangi markalar doğal yağ üretiyor bilmiyorum ama o konuda en kısa zamanda araştırma yapıp buradan paylaşacağım.
Ben üçüncü aylarımda LUSH 'tan Therapy masaj sabunu aldım. Hamileler için üretilmiş %100 doğal çatlak önleyici bu sabun aslında masaj yağı. Vücudunuza sürdüğünüz zaman sabun eriyor ve yağlanmış oluyorsunuz. Kullanım süresi uzun değil. Aldığınız zaman paketinin üstünde son kullanım tarihini göreceksiniz. Bu da ürünün raf ömrü uzasın diye kimyasal içerikten yoksun olduğunu gösteriyor. Kokusu bana göre ne çok güzel ne de çok çirkin. Portakal, limon kokusu alıyorum ama çok yoğun veya keskin değil. Umarım işe yarar ve çatlaklarım oluşmaz. Tabi sadece sürülen ürünlere değil, aynı zamanda alınan kilolara da dikkat etmek gerekiyor.
Görüntüsü şöyle:
İçeriğine gelince;
Cocoa Butter (Theobroma cacao), Shea Butter (Butyrospermum parkii), Perfume, Lavender Oil (Lavandula hybrida), Neroli Oil (Citrus amara), *Citral, *Geraniol, *Farnesol, *Limonene, *Linalool. * Bitkisel yağlarda doğal olarak bulunur.
İçeriğinde parfüm bulunması kafamı biraz karıştırmıyor değil...
Fiyatı 23 tl. 4 tl' de kutusuna vermiştim. 1 haftadan beri kullanmaya başladım ve günde iki kez sürüyorum.
Badem, kakao ve zeytinyağı konusunda araştırma yapıp en doğalını alıp sürmeye başlayacağım. Bir sürü para verip, kimyasal ürün kullanmaktansa bu ürünler bana daha cazip geliyor.
Sizinde önerileriniz varsa paylaşın. Bu paylaşımlar bir gün bir anne adayına yol gösterecek ve fikir verecek eminim...
Asla ve asla markaya ya da bebek ürünü diye içeriklerine bakmamazlık yapmayın. Acı bir gerçek var ki o çok güvendiğimiz, aklımızın ucundan geçmeyecek markalar, bir çok zararlı içerik barındırıyor. Eczaneden almış olmanız da bir şey değiştirmiyor maalesef. Bir de masum bebekler için üretilen ürünlerde bu içerikleri bulunca insanın resmen kanı donuyor. Vazelinin doğal olduğunu, bebe yağının masum olduğunu düşünen ben, içeriklerini görünce şaşkına uğradım. Bu yüzden de bu konuda hiç bir şey yapılmayan bu dünya düzeninde görev bize düşüyor. Tabi ürünlerin içeriklerinin hiç birini atlamadıklarını ve hepsini yazdıklarını umarak.
İşte zararlı içeriklerden bazılarını buradan ve buradan okuyabilirsiniz.
17. haftamdayım. Doktor kontrolüm bu haftaydı. Cinsiyetini bilmediğimiz için artık öğrenebilecektik.
En başından beri erkek olacağına inanmıştım ancak 16 haftamdan itibaren kız olacağı konusunda düşüncelere girdim. Hatta rüyamda gördüm.
Rüyamda doktor kontrolündeyim ve ultrasonla karnıma bakıyor. Biz (eşim ve ben) merakla cinsiyetini öğrenmeyi bekliyoruz. Doktor bakıyor ve bana dönüp bu bir kız diyor. Ben çok üzülüyorum. Erkek olacağına o kadar emin olunca hayal kırıklığı oluyor sanırım.
Bu hafta herkes birbine sormaya ya da tahminler yürütmeye başladı. Erkek mi olacak kız mı diye.
Kız tahmin edenlerin sayısı oldukça fazlaydı. Eşimde en başından beri kız istiyordu.
Doktora gideceğimiz gün gelip çattığında çok şaşırtıcı bir şey öğrendim. Doktorum gitmiş, yerine başka bir doktor gelmişti! Şaşırmıştım ama çokta üzülmemiştim çünkü doktorum pek ilgisizdi ve bu hafta kontrolümden sonra kararımı verip gerekli gördüğüm taktirde doktorumu değiştirecektim.
Doktor genç biriydi. İlk izlenim olarak fena biri değil gibi geldi. Asıl kararımı doğum hakkında görüşlerini aldığımda karar vereceğim.
Uzun bir incelemenin ardından cinsiyeti açıklandı. Bir kızım olacaktı. Doktora emin misiniz diye bir kaç kez sordum hatta ama eminim dedi. Bir çok kadına doktorların kız demelerine rağmen erkek, erkek demelerine rağmen kız çocuk sahibi olduklarını okuyunca, insan ister istemez sorma gereği hissediyor.
Babası kızı olduğu için çok sevindi. En başından beri kız istediği için dileği yerini buldu bir anlamda.
Ben pek sevinemedim. İlk çocuğumun erkek olmasını, ikinci çocuğumun ise kız olmasını istiyordum. Bu da hep çocukluğumda abim olmasını çok istediğim için olsa gerek. Benim olmadı kızımın abisi olsun demişimdir hep maalesef kızımın abisi olamayacak...
Benim Minik Kızım 17 haftalık |
Doktor 6 hafta sonraya randevu verdi, bir de doppler ultrasonu istedi. Ben hemen herşeye atlamayı sevmeyen biri olarak, internetten doppleri araştırdım.
Renklli doppler ultrason ile en çok incelenen damar bebeğin göbek kordonundaki damarlardır (umblikal damarlar). Bunun dışında rahim damarları, beyin damarları, kalp damarları gibi çeşitli damarlar incelenebilir. Özellikle rahim içerisinde gelişme geriliği (iugr) şüphesi olan bebeklerde, anomali varlığında, kalp ritm bozukluğu veya kardiyak anomali varlığında, yüksek tansiyon hastalarında yapılır. Her gebelikte rutin olarak yapılan bir inceleme değildir.
Alıntı: buradan
Doppler inceleme gebelikte hangi durumlarda yapılabilir?
- Anomaliler
- IUGR (gelişme geriliği) şüphesi
- PIH/ preeklampsi/ eklampsi (Tansiyon yüksekliği olan durumlar)
- Fetusta anomali/ fetal hastalık şüphesi
- Çoğul gebeliklerdeki bebeklerin eşit gelişmemesi
- Fetusta kalp anomalileri/ kalp hastalığı
- Aritmiler (kalpte ritm bozukluğu)
- Annede kalp-damar hastalıkları
- Daha önceki gebeliklerde gelişme geriliği, intrauterin fetal ölüm olması
- Daha önceki gebeliklerde tansiyon yüksekliği, preeklampsi olması
Doppler ultrasonun zararı var mıdır?
Bu güne kadar doppler ultrasonun herhangi bir zararı veya bir bebeğe ters etkisi gösterilememiştir. Fakat teorik olarak ısı artışı yaratması gibi bazı nedenlerden dolayı yine de gereksiz yere ve fazla uzun süre yapılamaması önerilir.
Alıntı: buradan
Bunların hiç biri bende yoktu. Neden doktorum benden doppler testi istemişti?
Tabiki sadece türkçe sitelerde değil, yabancı kaynaklı sitelerde de araştırdım. Aksini söyleyen bir yazı göremedim. Siz de bir çok farklı sitelerde bu konuyu araştırabilirsiniz.
Doktorum doppler ultrasonu yaptırmamı, eğer kötü bir sonuç çıkar ise hiç bir şey yapamayacağımızı söyledi. O zaman neden yaptırmalıydım, doğuma kadar kafama takmak için mi? Okuduklarım ve mantığım bana gereksiz olduğunu düşündürttü. Bir de ne kadar pahalı bir uygulama olduğunu düşünürsek doktorların birbirlerine hasta yollamasından başka bir şey değil deditirdi bana.
Benim bebeğimde gerileme yok hatta bir hafta önden gidiyor. 17. haftasının başında 245 gr. çıktı. Bende yüksek tansiyon yok. Doktor ölçtüğünde 11'e 6 çıktı. Kalp damar problemim yok. Hatta kalp atışım hamilelik öncesi 59-60 çıkar, çok nadir 65'e kadar yükselmiştir. Şimdi ise genelde 62-65 nadiren 70-75'lere yüselmiştir. O da merdiven çıkmışsam ya da koşmuşsam.
Sonuç olarak yaptırmama kararı aldım. Detaylı ultrason çektirebilirim belki ama ona da gerek var mı bilmiyorum. Bebeğimi ve kendimi olabildiğince gereksiz uygulamalardan uzak tutmak istiyorum. Bu kararıma doktorum ne cevap verecek bilmiyorum. Kendisini dikkate almıyorum diye beni dikkate almamazlık yapar mı?
16 haftam çok rahat geçti. Arada bir boyun ağrıları çektim. Mide bulantılarım da en sonunda geçti. Bu yüzden de iştahım normale döndü.
Gariptir ki internette bir çok anne adayının ilk aylarda mide bulantıları yüzünden pek bir şey yiyemediklerini hatta bu yüzden kilo verdiklerini okudum. Benim mide bulantılarım çok şiddetli olmadı hatta hiç kusmadım ama midem bulandıkça yemek yedim. Hatta kimi günler 15-20 dk da bir bir şeyler yedim.
Yediklerimin hemen hemen hepsi karbonhidrat ağırlıklıydı. Midemi bastırsın diye ekmek, (normal şartlarda kahvaltı dışında ekmek yemezdim.) makarna, pizza, mantı... kısacası hamur işlerinden başka bir şey yiyemedim. Yerken bulantım geçiyor ancak 15-20 dk sonra yeniden bulanmaya başladığında yeniden yemek yiyordum. İşe yarar tüm besinleri gördüğüm anda ise midem bulanıyordu. Bende ilk üç ayımda tam 6 kilo aldım.
Hamileliğimin başında 62 kilo ile doğum yapmayı planlamıştım ancak bu şu an imkansız gibi duruyor.
Yine de elimden geldiğince protein ağırlıklı beslenmeye olabildiğince az kilo almaya çalışıyorum. Mümkün olur mu ileriki zamanlarda göreceğiz.
Doktorumla hala doğum hakkında konuşmadım. Sanırım bunu en yakın zamanda yapmam gerekiyor çünkü bana göre özel olmayan ama sisteme göre özel sayılacak bazı isteklerim var. Hastanenin ya da doktorumun bu konudaki fikirlerini de merak ediyorum.
Bazen düşünüyorum da neden Türkiye'de bir çok şey lüks kapsamında. Çok basit bir şey istediğniz zaman sanki altın varaklarda süt banyosu istiyormuşsunuz gibi muamele görüyor , utanmadan bir de sizden astronomik paralar istiyorlar. Ben bunu hiç anlayamadım, anlayamayacağım da...
Embriyo - 4 Haftalık |
Embriyo - 5 Haftalık |
Pazar Günü Acilde Yapılan Ultrason |
Emin Olmak İçin Pazartesi Kendi Doktorumun Çektiği Ultrason |
Ben Bir Ülke İki Şehir Değiştirmiş Biriyim
1982 yılında Almanya/Duisburg'da doğdum. Almanya'dan Türkiye'ye kesin dönüş yapan ailem İzmir'e yerleşmiş. İzmir benim çocukluğumun geçtiği bir yer. İlkokul ikinci sınıfa giderken İstanbul'a taşındık.
İzmir'den sonra İstanbul'u hiç sevmemiştim. İnsanları bana o zamanlar uzaylı gibi gelmişti ve benim bu şehre alışmam çok uzun yıllarımı aldı. Bunun en büyük sebeblerinden biri sanırım komşuluk-insan ilişkileri idi. Orda alışkın olduğum şeyleri çok özlemiştim. Tanımasan bile çatkapı misafir olmalar, kırk yıldır tanışıyormuş gibi ayak üstü muhabbetler, insanların yeni taşınmış açtırlar diye düşünüp size bir tepsi dolusu yiyecek içecek taşıması, mahallede birbirini tanımayanın olmaması ve dostluk ilişkileri...Hatta öğretmen öğrenci ilişkileri...Sıcak, samimi ve gerçek ilişkiler. Hani şu eskilerin nerde o eski komşuluk ilişkileri diye içlerini çektikleri anlar vardır ya ben onların hepsini yaşıyordum orda.
İstanbul'a geldiğimizde bırakın mahalleyi, alt komşu üst komşuyu tanımıyordu. Kimse kimseye selam vermiyordu. Selamı bırakın göz göze geleceğiz diye sanki ödleri kopuyordu insanların. Garip bir negatif enerji tüm etrafı sarmalamış en ufak bir şey olsa patlamaya hazır stres topu insanlar bütün şehri kaplamışlardı. O yaşta bunu ilk ayak bastığım anda hissetmiştim ve anneme aylarca süren İzmir'e geri dönelim ağlamalarım başlamıştı.
İstanbul hala yaşadığım şehir bu arada. Garip ama hala bu şehirden ayrılmadım. Bir gün elbet ayrılmanın da sırası gelecek diye bekliyorum sessizce.
Ben Fotoğrafçıyım
Çocukluğumdan beri çok şeyle uğraştım.Anaokuluna giderken TRT1 de (sadece o vardı) Kemal Sunal ve Gülşahın oynadığı filmi izlediğim zaman sinemanın içinde olmak istediğimi hatırlıyorum. Hayatım boyunca sinema, radyo, fotoğraf, moda ayrıca resim, tasarım, senaryo, müzik gibi bir çok şeyle uğraştım. Çok yönlü olmak bir anlamda iyi değil özellikle de bir tanesi daha ağır basmıyor ise.
Üniversite de bölümüm Radyo-Tv- Sinema 'ydı ama bu bile o kariyerde kalmamı sağlamadı.
Durum böyle olunca sürekli meslek/kariyer alanımda ne yöne gideceğim konusunda fikrim değişip durdu. Bende ya iş değiştirdim ya da serbest çalışarak pek bir yere bağlı olarak kalmadım. Fotoğraf çektim, kısa film çektim (10 tane kadar), senaryolar yazdım, kolaj yaptım, resim yaptım, şarkı söyledim, grafik tasarımla uğraştım, festivallerde çalıştım, tekrar fotoğrafla uğraştım, yine resim yaptım, sonra el yapımı kartlar, kavonazlar... Bu böyle çok uzayacak o yüzden burada keseceğim...
Yaklaşık bir altı ay önce nihayet karar verdim. Fotoğrafçılık benim kariyerim olacaktı. Uzun sürdü karar aşamam ama en sonunda oldu ya bu da bir şeydi. Şu an Fotoğrafçı sıfatıyla takılıyorum etrafta. Kendimi geliştirmek, yeni şeyler öğrenmek, ilerlemek, mesleğimde başarılı olmak ve daha ileriye götürmek için adımlar atma telaşındayım şu sıralar ve ömür boyu da bu şekilde devam etmek istiyorum elimden geldiğince...
Ben Anne Adayıyım
17 hafta önce başlayan inişli çıkışlı annelik maratonundayım. İnişli çıkışlı dememin sebebi ise ilk aylarda bazı sıkıntılar geçirmiş olmamdır.
Bunlardan biri tiroidimin yüksek çıkması sonucunda yapılan ultrasonda sağ tiroidimde bir kütle bulunması. Kütlenin katı görünümde olduğunu ve biyopsinin gerekli olduğunu söylediler. Bu katılık kanser belirtisi olabilirmiş. Bu durumda önemli olanın ben olduğumu, gerekirse bebeği alacaklarını söylediler. Ben hassas ve düşünüp düşünüp kafaya takan bir insanım. Durum böyle olunca benim için kabus dolu günler başlamış oldu. Fazla üzülmeyeyim diye bebeğimle bağ kurmamaya çalıştım. Aslında bunu bilinçli bir şekilde yapmadım. Zaman geçince o zamanki anlam veremediğim davranışlarımın arkasında bu düşüncenin yattığını keşfettim.
Tam dört kez boğazımdan batırılıp çıkarılan iğne deneyimimde ayrı bir travmaydı benim için...
Sonuç ise yok. Sürekli izlenecek bir hasta oldum çıktım. O yüzden ne sevinebildim ne de üzülebildim. Belirsizlik kötü bir şey ama kötü bir sonuç çıkmasından daha iyi diyerek şu anki durumuma şükrediyorum.
Bir diğeri ise kanama yaşamamdı. Tabi çok korktum. Apar topar hastaneye gittim. Neyseki tek olarak kaldı ve bebekte herhangi bir terslik bulunamadı. İçim rahatlamıştı rahatlamasına ama her an her şeyden ödüm patlar olmuştu. Riskli zamanlarımı bir an önce geçirmek ve bebeğimi kucağıma alıp acaba'larımdan kurtulmak istiyordum.
Şu sıralar daha rahatım ve bu sayede anı kalması dileğiyle bu blogu açtım.
Ben üç ana başlıktan oluşmuyorum tabi ki ama günlüğüme bir an önce başlamak isteğimden dolayı bu yazımı burda sonlandırmak istiyorum.
İlkler her zaman daha heyecanlı olur deği mi?
Neden şimdi peki. Kısaca özetlemek gerekirse başlamamın en büyük sebebi hamileliğimdir. İlk başlarda bir deftere hamilelik günlüğü tutmaya karar vermiştim. Gayette güzel gidiyordum hani...ama bir takım üzücü durumlar yaşayınca günlüğü tutmayı bıraktım. Şu an herşey güzel gidiyor ve ben çoçuğuma güzel bir anı kalması dileğiyle tekrardan günlük tutmak istedim.
İnternet üzerinde dolaşırken bir çok annenin ya da anne adayının hamilelik bloglarını gördüm. Açıkçası çok hoşuma gitti ne yalan söyleyeyim. Diğer bir yandan da kişisel günlük bloglarını da çok beğeniyordum. Sonuç olarak ben ikisinin karışımı olsun hemde bana bir uğraş olsun istedim.
Blogumun ismini oluşturma konusunda biraz zorlandım. En kötü olduğum konulardan biridir bu. Hep ismi ne olacak sorusunda tıkanıp kalmışımdır. Kimileri değişik orjinal isimler ortaya atar ya kalırsınız hani nerden aklına geldi diye düşünürsünüz. Bazen anlamını bile çözemediğiniz garip sözcüklerden oluşur...İşte ben o kişilerden olamadım hiç. Benim günlüğüm olacaktı orası kesindi de bir şey daha olmalı ama ne diye düşünmeye başladım. Minik kelimesi geldi aklıma. Bu Minik kelimesinin benim bir parçam olduğunu hissettim açıkçası. Bunun bir çok sebebi vardı. Soyadımın Küçük olmasından dolayı hep küçük minik ufacık tabirleri çoçukluğumda arkadaşlarım tarafından söylenirdi bana. Benimde nedense hoşuma giderdi. Annemin ne zaman büyüyeceksin kızım diye bana yıllardır hafif sitemsi lafları, yaşıtlarımla değil de hep kendimden yaşça küçük bir çevre oluşturmuş olmam, oyun hamuru, şu baloncuk yapan üflemeli şeyden ( adı her ne ise)... saymiyim en iyisi düşündümde çok uzayacak bu liste. Kısacası çocuksu bir yapım var evet kabul ediyorum. Sonuç olarak minik kelimesi çok uygun diye düşündüm. İsme karar verdim, blog temasıyla biraz oynadım ve blogum hazırdı.
BENİM MİNİK GÜNLÜĞÜM :)